Etiğe felsefece bir bakış
7 mins read

Etiğe felsefece bir bakış

Prof. Dr. Harun Tepe’nin ‘Etiğe Giriş: Teorik Etikten Pratik Etiğe’ adlı kitabı BilgeSu Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü emekli öğretim üyesi Harun Tepe, bu kitabında hem üniversitelerde “Etik” dersini ya da etikle ilgili herhangi bir dersi alanlar için hem de hayatın içinde herhangi bir konuda “etik kaygı”ları olan herkes için yol gösteriyor.

Felsefeyi yaşamın içinde hem bir bilme yolu hem de bir yaşama yolu olarak düşündüğümüzde bana kalırsa en başta etiğin ne olup ne olmadığının herkesçe çok açık anlaşılması gerekiyor.

Tepe, bu kitabıyla olabildiği kadar geniş bir yelpazede etiğin hem teorik hem de pratik sorunlarını ele alıyor ve her birimize her şeyden önce etiğin hayatımızın ve her türlü ilişkilerimizin tam kalbinde olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Çünkü etik, her türlü eylemlerimizde ve ilişkilerimizde ortaya çıkan değer problemlerine ve değerlendirme problemlerine ışık tutar.

Bir yandan da felsefenin bir insanlaşma yolculuğu olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın değeri ve insanın değerleriyle ilgilenen ve felsefenin alanlarından biri olan etik de, insanlaşma yolculuğumuza çok yakından eşlik eder. Ama etiğin ne olup ne olmadığıyla ilgili soru işaretleri de her birimizin aklında sürekli dolanır durur. İşte bu sorulara cevap bulabilmek için Harun Tepe’nin ‘Etiğe Giriş’i bize yardımcı olabilir.

ETİK, ‘AHLAK’ DEMEK DEĞİLDİR

Çoğumuzun sandığı gibi “etik” ve “ahlak” sözcükleri birbirini karşılayan iki sözcük değildir. “Ahlak”, belirli bir toplumda ya da grupta, belirli bir zaman içinde geçerli olan değer yargıları ve davranış kurallarıdır; “iyi”lerle ve “kötü”lerle ilgilenir. Kökensel anlamlarından biri kişilik özellikleri olan “etik” ise “iyi”lerle ve “kötü”lerle ilgilenmez; onun problem alanı, insanın değeri ve insanın değerleriyle her birimizin her gün yaptığı değerlendirmelerdir.

TEORİK ETİĞİN VE PRATİK ETİĞİN İÇ İÇELİĞİ

Dikkatle bakarsak, yaşamın içinde hemen her gün karşılaştığımız hem değer problemlerinde hem de değerlendirme problemlerinde teorik etiğin ve pratik etiğin iç içe olduğunu da görürüz. Çünkü aslında etik, ne yalnızca teorik ne de yalnızca pratiktir. Etik, günlük yaşamımızda karşılaştığımız ve merkezinde hep insanın olduğu sorunlara çözüm bulabilmek için ortaya çıkan bilgi alanlarından biridir, ama ortaya koyduğu bilgi(ler) hep eylemlerimize ve/veya insanlar arası ilişkilerimize dönüktür. Bunun için etik, felsefenin en uygulanabilir alanlarındandır.

İNSANLAŞMAMIZDA ETİĞİN YERİ

Tek tek her birimizin her türlü ilişkisinin ve her türlü eyleminin insana yakışır olabilmesi için etik-değer bilgisine sahip olmamız gerektiği açıktır. Dahası, “insan” olabilmek de, sadece doğal ya da canlı bir varlık olmaktan kurtulup yalnızca “tür olarak insan”ın yapısında (doğasında) bulunan bazı özellikleri ve/veya olanakları da hayata geçirebileceği uzun ve zor bir yolu yürüyebilmekten geçer, yani insan olabilmek ya da insanlaşabilmek “tür olarak insan”ın diğer canlı varlıklardan farkını ortaya koyabilmesine, diğer canlı varlıklardan farklı yapıp etmelerine, seçimlerine, ilişkilerine, başarılarına karşılık gelir. Bütün bunlar bir araya geldiğinde de, aslında yalnızca insanın yarattığı, kurduğu “ikinci bir dünya” oluşur. Başka bir deyişle, artık bu oluşan “ikinci dünya”, sadece insanın yaratabildiği, kurabildiği insansal dünya ya da tarihsel varlık alanıdır.

BAŞKA BİR DÜNYA VE TARİHSEL VARLIK ALANI

Öyleyse “tür olarak insan”ın başarılarından, eylemlerinden, etik değerlerinden, ilişki değerlerinden oluşan tarihsel varlık alanıyla birlikte insan “başka bir dünya”yı var eder, yaratır. Bir yandan da, bu oluşan sadece insana özel “ikinci dünya”da insan kendi kendini inşa eder. Dahası, zaten tür olarak insan yapısı (doğası) gereği böyle bir “ikinci dünya” yaratmaya da zorunludur. Çünkü “tür olarak insan” yine yapısı (doğası) gereği içinde bulunduğu hayata böyle bir insansal dünya olmadan katlanamaz, yani bu “ikinci dünya”, aynı zamanda “tür olarak insan”ın hayatı katlanılabilir hale getirebilmek için de yarattığı, var ettiği, oluşturduğu bir dünyadır.

‘HER BİRİMİZ KENDİ YAŞAMIMIZLA BELİRLİ BİR ÖYKÜ CİSİMLEŞTİRİRİZ’

Böyle bir dünyada, yani zorunlu olarak yarattığımız insansal dünyada bir yandan da, Doç. Dr. Muttalip Özcan’ın da MacIntyre’dan aktararak dile getirdiği gibi “Her birimiz kendi yaşamımızla belirli bir öykü cisimleştiririz. Bu hayat ya da öykü içinde belirli bir giriş, gelişme ve sonuç bölümü vardır. Belirli bir başlangıç ve belirli bir son (ölüm) vardır. Dönemler vardır ve beklentiler, planlar, çatışmalar ve idealler vardır, ama aynı zamanda boşa çıkan planlar, kaçınılmaz çatışmalar ve gerçekleşmeyen idealler vardır. Diğer taraftan, bizlerin hayatında cisimleşen öykü başka öykülerin içinde gömülüdür; belki başkalarının öyküleri de bizim öykümüzde”. Dolayısıyla, içinde yaşadığımız bu dünyada, paylaştığımız hikayelerle, yaptıklarımızla ve yapmadıklarımızla, birbirimize yaşattığımız ilişki türleriyle birbirimizi etkileriz ve böylelikle ya birbirimize bağlanırız, birbirimizle çok daha yakın bağlar kurarız ya da birbirimizden uzaklaşırız, hatta giderek birbirimize yabancılaşırız. Böyle bir toplumda ve/veya böyle bir dünyada da etikten, etik eylem(ler)den veya etik bakıştan zaten söz edemeyiz.

İşte, Harun Tepe’nin ‘Etiğe Giriş’i de her gün yeniden yaratmaya mecbur olduğumuz insansal dünyada en öncelikli yönlendiricilerimizden biri olan “etik” hakkında daha ayrıntılı bilgilerle buluşabilmemize yardımcı olabilecek güzel kitaplardan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir